sabah olmak her gece kolay mı sanırsınız
bulutları dağıtıp güneş olarak doğmak
denizle gök arasında çiy yorgunu şehre
kurşun kubbeleri buğulu minareleri ıslak
soğuk bir trenden inmiştiniz / yalnızdınız
bilmem kaçıncı defadır / yine yanılmıştınız
hiç uyumamıştınız / gözleriniz yanıyordu
yolculuk sanki bitmemişti / birdenbire
kendinizi vagonda unuttuğunuzu sandınız
sanki katar soluk soluğa tırmanıyordu
dumanlı rampaları / bir kılıç gibi çıplak
tiz çığlıklarıyla aydınlığı doğrayarak
bilmem kaçıncı defadır / yine yanıldınız
jilet mavisi bir kadın elinde purosu
değdiği yer açılıyor çok fena keskin
kim olduğunu bilen yok / işin doğrusu
yüzünü kaybetmiş aynalarda arıyordu
amerikan bara tünemiş sek vodka içiyor
geçmişinden rusça bir şarkı arayarak
sarhoş olmamak en büyük korkusu
bilmem kaçıncı defadır / yine yanıldınız
elbet en kötüsü sokaklarda tutuklanmak
hani bir kere iki yanınızda iki sivil polis
beyoğlu'ndan çekilip nasıl koparılmıştınız
nabız gibi vuran o kötü ve karanlık his
yakanızı hala bırakmadı asla bırakmayacak
bilmem kaçıncı defadır / yine yanıldınız
Attila İlhan
15 Eylül 2011 Perşembe
18 Mayıs 2011 Çarşamba
almost drowned
yeni öğrendim bu kelimeyi: almost drowned.
durup durup aklıma geliyor. diyorum, işte tam da bu!
geçenlerde yeni bir şey denedim. bana denememi söyleyen arkadaş demişti ki: kafan bir hoş olacak. ben de böyle bir duyguya ihtiyacım var, diye düşündüm ve denedim. sonuç?
aslında hep kaçmak istediğim o his, düşünceler birer birer kafama üşüştü. ağlamak istedim. ağlayamadım. dışarıya çıkmak ve rüzgara karşı durup 'nefes' almak istedim; onu da yapamadım...
bazen düşünürsün ya, hiçbir şey olmasa aklımda, düşünemesem; ne güzel olur... ama öyle de olunca uçurumdan aşağıya bakıyormuş gibi oluyorum ben. ne orası iyi ne burası. arafta kalmış gibi. hemen hemen boğulmuş gibi.
o kocaman binanın çatısında oturup onu izleyen iki ayaklılara bakan çocuğu getiriyorum gözümün önüne sık sık.
onu oraya çıkaran ne?
onun oradan aşağıya atlamasını engelleyen ne?
aşağıdan ona bakan ve gitgide kalabalıklaşan insan topluluğunun aklından neler geçiyor?
acaba hiçbiri onu ciddi anlamda umursuyor mu? yoksa monoton hayatlarına hareketlilik mi katmaya çalışıyorlar?
o çocuğun onları yukarıdan izlerken insanlardan daha da nefret ettiğine eminim.
"bıkmadım, bıktırdılar.
artık cümlelerin sonuna genellikle ekliyorum, eğlenceli oluyor."
durup durup aklıma geliyor. diyorum, işte tam da bu!
geçenlerde yeni bir şey denedim. bana denememi söyleyen arkadaş demişti ki: kafan bir hoş olacak. ben de böyle bir duyguya ihtiyacım var, diye düşündüm ve denedim. sonuç?
aslında hep kaçmak istediğim o his, düşünceler birer birer kafama üşüştü. ağlamak istedim. ağlayamadım. dışarıya çıkmak ve rüzgara karşı durup 'nefes' almak istedim; onu da yapamadım...
bazen düşünürsün ya, hiçbir şey olmasa aklımda, düşünemesem; ne güzel olur... ama öyle de olunca uçurumdan aşağıya bakıyormuş gibi oluyorum ben. ne orası iyi ne burası. arafta kalmış gibi. hemen hemen boğulmuş gibi.
o kocaman binanın çatısında oturup onu izleyen iki ayaklılara bakan çocuğu getiriyorum gözümün önüne sık sık.
onu oraya çıkaran ne?
onun oradan aşağıya atlamasını engelleyen ne?
aşağıdan ona bakan ve gitgide kalabalıklaşan insan topluluğunun aklından neler geçiyor?
acaba hiçbiri onu ciddi anlamda umursuyor mu? yoksa monoton hayatlarına hareketlilik mi katmaya çalışıyorlar?
o çocuğun onları yukarıdan izlerken insanlardan daha da nefret ettiğine eminim.
"bıkmadım, bıktırdılar.
artık cümlelerin sonuna genellikle ekliyorum, eğlenceli oluyor."
Kaydol:
Yorumlar (Atom)